DOLAR 32,2053 -0.22%
EURO 35,1156 -0.22%
ALTIN 2.498,171,32
BITCOIN 21555380,52%

BEKLEDİĞİNİZ GELECEK Mİ?

İnsan hep bir şeyleri bekler…

Küçükken büyümeyi, büyür evlenmeyi, evlenir çocuğu, çocuk büyür mürvetini, ardından torununu ve en sonunda huzurlu bir şekilde bu dünyadan göçmeyi bekler…

Ne gariptir, bir yaşam boyu beklentilerimiz, ana hatları ile birkaç cümleye sığmakta… ama beklentiler bu birkaç cümlenin içinde milyonlarca serpilmiş kum zerresi gibi aslında küçüklü büyüklü olarak bir çoktur…

İnsan denen eşrefi mahlûkatın istekleri onu huzura da, sonsuz azaba da taşıyabilmektedir. Gözünü hırs bürümüş, kalbindeki Allah sevgisi ve korkusu kaybolmuş bir insanın, beklentileri onu felaketine taşıyacak birer vasıtaya dönüşebilmektedir. Tam tersi kalbinde Allah sevgisi ve korkusu olan bir insanda, istekleri ile ilahi rahmete kavuşabilecektir.

Etrafınıza şöyle sakin bir gözle baktığınızda, insanların bu geçici dünya uğraşlarına ne kadar çok kendilerini kaptırdıklarını görebilirsiniz. Herkes bir yerde bir şeylerin peşinde koşturduğunu, akıl almaz bir akışın devam ettiğini görürsünüz. Aslında bu akış içerisinde asıl gaye için koşturan insanlarında olduğunu unutmamanız gerekir. Camide bir safta duran bir insan belki başkanına şirin görünmek, mevcut iktidarın nimetlerinden faydalanmak istiyor ve aklından bunlar geçiyor da olabilir veya tam bir teslimiyetle Allah rızası için namazını kılıyor da olabilir. Bunun aslını bizim bilmemiz imkânsızdır. Gerçi hayatındaki hal ve davranışları bazı sinyaller verse de bunu herkesin anlaması zordur. Biz yargılayıcı rolüne soyunmayalım. Sevabı da, günahı da değerlendirecek olan ve ona göre
mükâfat verecek olan O’dur. Ama insana iyi insanda lazımdır.

Bir tebessüm…

Bir hal hatır sorma, belki de size karşı yapılan bu güzel hareketin sonucunda Rabbim o kılınan namazdan kat be kat daha fazla sevap verecektir…

Seçimler yaklaşıyor, beklentiler yaklaşıyor, herkesin kendi bakış açısından değerlendirme yaptığı bir sürece doğru hızla ilerliyoruz. Bir tarafta Elazığ’a hizmet için kendini siyasi arenaya atan birçok yeni isim…

Bir tarafta geçmişte yapmış olduğu; yeterli görünen veya görünmeyen hizmetleri olan eski siyasi figürler…

Maksat açıklanacak olan milletvekili aday listelerine girip, Elazığ halkına yapacağı hizmetleri anlatıp, halkın vereceği oylarla Türkiye Büyük Millet Meclisine gidebilmek. Asıl mesele de işte tam bu noktadan sonra başlıyor…

Elazığ ve Elazığlının beklediği hizmetleri yapabilecek beş milletvekili karşımıza gelebilecek mi?
Kimi vatandaş var bilir, takip eder, sorgular…

kimi vatandaş var bilmez, takip etmez, sorgulamaz…

Hizmet alamayınca boynunu büker, kader! der geçer…

Ama işin aslında büyük vebal vardır. Vatandaş hesap sormasa da, her şeyin sahibi olan mutlaka hesap soracaktır. Halkla iç içe olan siyasi figürler, her şeyi açık bir dille konuşup, yaptıkları ve yapacakları işlerin arkasında durabilmelidir.

Gerektiğinde çıkıp konuşmalı, gerektiğinde halkın içerisinde derdini ve meramını anlatabilmelidir.

Beklediğiniz mutlaka gelecektir.

Bundan emin olun…

Bizim yapmamız gereken tek şey kendimizi düzeltmek olacaktır.

O zaman beklediğimiz gelecektir…

Devamını Oku

RAMAZAN’DAN FAYDALANABİLECEK MİYİZ? 

Kutsal ayların en faziletlisi, on bir ayın sultanı Ramazan ayına kavuşmanın manevi huzuru ile nice fırsatları içerisinde barındıran bu mübarek ayı yaşamaya başlıyoruz. Acaba bu fırsatları iyi değerlendirip, bu kutsal ay sonunda günahlarımızdan arınmış ve bu ayın bizlere hatırlatmak istediği değerleri diğer on bir ayda da devam ettirebilecek miyiz? Her fırsatta dünya ve dünyalık için, her şeyin mübah olduğu, maddi ve şahsi çıkarların en üst düzeyde düşünüldüğü diğer on bir ay ne yapacaksınız? Oysa insanoğlunun dünyada yaşadığı her an son derece kıymetlidir. Bir akşam başınızı yastığa koyduğunuzda sabah bir enkaz altında can vermenin ne kadar da basit olduğunu çok yakın bir zamanda hep beraber gördük. İnsan hayatı o kadar basit ve ince çizgiler üzerinde devam ediyor ki, asıl manasını unuttuğunuz zaman sizde bu rüya içerisinde kaybolup gidebiliyorsunuz.

İnsanın dünya üzerinde yaşama gayesi nedir? Para kazanmak mı? Yoksa mal ve mülk edinmek mi? Ya da ünlü olup herkesin onu tanıyıp alkışlamasını istemek mi?

Asıl gayeden koptuğunuz anda karanlık ve sonu belli olan bir girdaba sürükleniyorsunuz. Bu girdabın içerisinde nice enkaza çarpıp bir o yana bir bu yana sürükleniyorsunuz. Bu enkazları hep beraber televizyonlarda görüyorsunuz.
Milyon liralık beton yığınları, içi altın ve para dolu bavullar…

Beton yığınları arasında pestili çıkmış yüzbinlerce liralık lüks otomobiller…

Toz toprak içerisinde kaybolan hayatlar! Ne götürüyorsunuz ahiret yurduna? Ne götürüyorsunuz asıl yaşamınıza? Sevdiklerinizle yaşadığınız mutlu bir anın parasal olarak bir karşılığı olabilir mi sizce? Evladını kaybeden bir babaya bu dünya üzerinde ne teselli verebilir? Cenazesini bile bulamayan binlerce insana ne anlatacaksınız?..

Bu soruların cevabı aslında çok basit…

Tamamen Allah’a sığınmaktan başka bir yol yoktur. Canımızın sahibi, yerin, göğün, bunların içerisindekilerin, aklımızın erdiği, eremediği her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah’a sığınmaktan başka çaremiz yoktur.
Bu kutsal ayı, kendimize çeki düzen vermek için bir fırsata çevirelim. Yakın çevremizde bulunan başta akrabalarımız olmak üzere, insanlara yardım edelim. Bazen bir tebessümün en büyük yardım olduğunu unutmadan, tamamen Allah rızasını gözeterek yardım edelim.

Güzel ameller işleyelim bu güzel ayda…

Geçen sosyal medyada gördüğüm ve beni çok etkileyen bir içeriği sizlerle paylaşmak istiyorum. İzlediğim içerikte şu konudan bahsediliyordu…

Sahabenin birisi Resulullah (S.A.V.) Efendimize giderek bir soru soruyor. “Ya Resulullah (S.A.V.) bana en çok sevap kazandıracak, en hayırlı ameli söyler misin? Ben onu uygulayayım ve Rabbim katında çok sevabı kazanayım” der… Resulullah (S.A.V.) Efendimiz de ona şöyle bir nasihat ta bulunur… “Ya …Rabbim katında en değerli amellerden üçünü sana söyleyeyim. Sana gelmeye sen git… Sana vermeyene sen ver…Sana zülm edeni sen bağışla…” Bu mübarek ayda böyle güzel amelleri işlemeyi
Rabbim hepimize nasip etsin.

Devamını Oku

KİRALIK MI? 

Deprem sonrası yaşanılan büyük çaplı iç göç ile, Elazığ’da kiralık ev bulmak neredeyse imkansızlaştı…

Yakın bir vakte kadar kimsenin gitmek istemediği TOKİ evleri adeta bulunmaz hint kumaşı olmuş vaziyette…

Bir yanda deprem sonrasında ağır hasarlı evlerini boşaltmak zorunda kalan Elazığlı depremzedeler, diğer yanda Elazığ iline özellikle Malatya’dan gelen kardeşlerimiz, Elazığ konut piyasasını bir anda hareketlendirdi.

Asıl sıkıntı, bölgemizde gerçekleştirmekte geç kaldığımız Kentsel Dönüşüm Projelerinin yapılmaması ve tamamlanamamasıdır. Sizce toplum olarak 1999 Gölcük Depreminden sonra ders alabilseydik; 6 Şubatta bu kadar can kaybı verir miydik?

Bugün yaşadığımız bu acılardan acaba ne kadar ders çıkarabileceğiz?
Vatandaşların sağlam, huzurlu ve güvenli yaşam alanlarında hayatlarını sürdürebilmesi en doğal ve anayasal haklarıdır. Bu hakkın kullanılması yönündeki sorumlulukta, iktidarda bulunan hükümetlerin görevidir.
Yaşanılan bu kadar acıdan sonra; verimli tarım arazilerine, zemin şartları müsait olmayan yerlere alelacele inşa yapmaya başlıyorsak, ders aldığımızı söylemek pek mümkün olmayacaktır.
Sağlam ve kayalık zeminlerde tarım yapmanız pek de mümkün değildir. Ancak buğday ekimi olan tarlada TOKİ eliyle son derece sağlam konut da yapsanız, ileride ekim yapacak toprak bulmakta zorlanacaksınız demektir. Ben yaptım oldu mantığı, gelecek nesillere yeni acılar yaşatmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Anadolu’nun birçok noktasında konut yapımına uygun taşlık ve kayalık arazilerimiz mevcuttur. Bunlar akıllı ve de verimli projelerle düzenlenerek, insanımıza çağdaş, güvenli konutlar üretile bilinir. Sosyal yapıları dikkatlice planlanmış, tüm dünyada örnek olabilecek çalışmalar yapıla bilinir. Yeter ki rant ve çıkar ilişkileri, ellerini bu halkın kutsal ekmeğinden çeksin. Önce insan, önce halk ve önce adalet düşünülsün.

Kiralık konut sıkıntısı yakın zamanda pek çözülecekmiş gibi durmuyor. Ağır hasarlı bina sayısı hızla artarken, konut ihtiyacı her geçen gün artarken, sıkıntı giderek büyüyecekmiş gibi duruyor.
Hükümetin acilen, yıkılmış konutların yerinde inşa çalışmaları başlanabilmesi için çalışma yapması gerekmektedir. Bunun için bir dizi teşvik çalışması yapılmalı, vatandaşa kesesine uygun gelecek alternatifler sunmalıdır.

Deprem, bizlere sigorta yaptırmanın önemini bir kere daha hatırlatmıştır. DASK ile sigortalanan konutlar bir şekilde ödeme almış ve almaktadır. Bu yaraların kapanmasında bir nebze de olsa bizlere destek olacaktır. Ülkemizde bulunan yapı stokumuzun bir an evvel sigortalanarak oluşacak kaybın en asgariye indirilmesi sağlana bilinir.

Kiralık konutların yanında ilimizde çok sayıda satılık konut bulunmaktadır. Bunların bir şekilde kiraya verilmesi gerekmektedir. Zor zamanlar yaşadığımız herkesçe bilinen bir durumdur. Deprem bölgesinde birçok evi bulunan bir vatandaşın birkaç dakika içerisinde tüm bu evlerini kaybedip, çadırda kaldığı da görülmüştür. Takdir Allah’ındır. İnsaflı düşünüp, mülkün asıl sahibinin kim olduğunu unutmamak gerekir.

Yaşamış olduğumuz bu asrın felaketinin yaralarını hep birlikte saracağız. Yaklaşmakta olan Marmara Depremi içinde acilen önlem almak zorundayız. Zararın neresinden dönerseniz dönün,  karda olduğunuzu unutmamanız gerekmektedir. Deprem bölgesinde ve deprem beklenen diğer illerimizde geç kalmak yaşayacağımız acıların artmasından başka bir şeye yaramayacaktır.

Devamını Oku

VATANDAŞIN SESİ 

Yaşamış olduğumuz asrın felaketinden sonra vefat eden binlerce vatandaşımıza Cenabı Allah’tan rahmet dilerken; mağdur olan vatandaşlarımıza da destek olmak zorundayız.

Zor zamanlar birlik ve beraberlikle aşılır. 2020 yılında yaşamış olduğumuz depremin yaraları henüz kapanmamışken, 6 Şubat’ta yaşadıklarımız tekrar eski kâbus dolu günlerin yaşanmasına vesile oldu.

Yara hepimizin, yara ülkemizin…

Bu noktada el ele vererek, vatandaşın sesine kulak vererek aşmak zorundayız. Hayat devam ediyor. Evlerini boşaltmak zorundan kalan binlerce Elazığlı vatandaş, ikametini, ekmeğini diğer depremzede kardeşleri ile paylaşıyor.

Elazığ sokaklarında gezerken hüzünlenmemeniz mümkün değil… Bir tanıdığınızın, bir hatıranızın yaşanmadığı tek bir köşesi olmayan bu aziz şehir yıkık ve yorgun gözüküyor. Yine halimize şükür ediyoruz, ancak hüzün bulutları güneşin parlak ışıklarını saklıyor bu aralar…

Nasıl düzelecek Elazığ? Eskisi gibi olabilecek mi Malatya? İskenderun’a yine gidebilecek miyim? Maraş’ta dondurmacım nerede acaba? Antep’imi nasıl bulacağım? Sorular aklımda gezinirken, yaşlı bir tanıdığımın sesi ile kendime geldim. Deniz Bey merhaba! Nasılsın? Diye sorduktan ve karşılıklı hal hatır muhabbeti geçti, ardından gazeteci kimliğimizi bildiğinden dolayı hemen bir soru sorma ihtiyacı hissetmişti…

Aslında bu abimizin bana sorduğu soru birçok Elazığlının kafasını kurcalayan bir soru idi.
“Ağır hasar alan ve yıkılan konutlarımız yerinde yapılacak mı? Bununla ilgili kulağımıza duyumlar geliyor! Sen basının içerisindesin haberin var mı?” Diye meraklı gözler ile bana bakıyordu. Cevabını bilmediğiniz sorularla karşılaşmak her zaman zor olmuştur. “Benimde net bir bilgim yok, ama vatandaşların bu tür talepleri olduğunu bende duyuyorum” diye kısa ve pek de açıklayıcı olmayan bir cevap vermek zorunda kalmıştım. Ağabeyimizin bu isteği aslında çok yerinde bir talepti. Zaten allak bullak olan hayatları bir de mahalle değişimi ile daha da zorlaşacak ve yeni bir başlangıcın farklı yükü yaşlı omuzlarına binecekti…

Ancak bazı gerçeklerde vardı. Devlet büyükleri bu konuda bir karar almış, hızlı bir şekilde uygulamaya başlayarak hayata geçirmişlerdi. Müsait olan mahallelerimizde, vatandaşın bu talebi değerlendirilemez miydi? İnsan düşünmeden edemiyor. Zaten rezerv alanlarda yapılan konutlar vatandaşa bedava verilmemişti… İnsanlar yeni yapılan konutların çevresinde birçok sosyal donatıya daha yeni yeni ulaşmaya başlamıştı. Okul uzaktaydı, cami uzaktaydı, fırın yoktu, sağlık ocağı yoktu, şöyle dostlarla oturup bir çay içecek bir çay ocağı yoktu…

Bunlar kulağınıza basit gibi gelebilir ancak insanların bunlara ihtiyacı vardır.
Vatandaşın sesine kulak vermeniz gerekir. Vatandaşın sesi hakkın sesidir. Vatandaşa hizmet hakka hizmettir. Her şeyin en doğrusunu ben bilirim! Benim yaptığım işte hata olmaz! Ben ben ben derseniz, sonunuzun pek de hayırlı olmayacağını görürsünüz.

“Ekmeği ekmekçiye ver, bir ekmek de üstüne ver” atasözü boşu boşuna söylenmemiştir. Uzun lafın kısası vatandaşın sesine kulak vererek, işinizi yaparken de buna dikkat ederek hareket etmeniz gerekir. Onuncu Köyden Selam ve dua ile…

Devamını Oku

RAHMET BEKLERKEN…

Son yılların en kurak kış mevsimini geçiriyoruz. Yağışa ve suya hasret kalan topraklar, yaklaşan zor günlerin ayak seslerini bizlere bangır bangır bağırıyorlar. Yaşadığımız asrın en büyük felaketlerinden biri olan 6 Şubat depremlerinin ardından, toplum olarak pek de fark etmek istemediğimiz susuzluk problemi gerçekten çok büyük bir sıkıntıdır. Mesele sadece musluktan akan suyun kesilmesi değil, aynı zamanda tarımsal ürünlerin yokluğundan da ortaya çıkacak sorunlar, çok ciddi toplumsal bir problem olmaktadır. Uzun yıllardır makale ve haber aralarında gözümüze çarpan; gelecekte yaşanma ihtimali çok yüksek olan “Su Savaşları” artık aklıselim insanları korkutmaya başlamıştır. Sizin ülkenizde bulunan ve sınırlarınızı aşarak diğer ülkelerinde kullandığı büyük nehirlerde su kısıntısı yapmaya başladığınızda sonuçlarını düşünebiliyor musunuz? Bu noktada suyun petrolden daha değerli olmadığını kim söyleyebilir?

Gelişmiş ülkelerde uygulanan sistemleri dikkatle incelemeliyiz. Suyun tasarruflu kullanımı için halkın bilinçlendirilmesi, artık su zengini bir ülke olmadığımızın kabul edilmesi gerekmektedir. Yağmur suyunun depolamak, evlerde kullanılan az kirli suların tuvaletlerde kullanılması gibi basit ve ucuz yöntemleri hayatımıza sokmamız gerekmektedir.

Kullanmakta olduğumuz suyun, musluklarımızdan akana kadar, ne kadar zorlu bir yol geçirdiğini asla unutmamamız gerekmektedir. Onlarca kilometrelik hatlar ile bize ulaşan suyun her damlasının kıymetini bilmeliyiz.

Biz sade vatandaş olarak bu noktada üzerimize düşen görevleri yapabiliyor muyuz? “Evet, ben su tasarrufuna çok dikkat ediyorum… Elimden geldiği kadar suyumuzu tasarruflu kullanıyorum!” diyebilecek insan sayısı çok azdır.

Yüce Yaratandan rahmet beklerken, biz de kul olarak üzerimize düşen görevleri yapmalıyız.

Mesela israfı hayatımızdan tamamen çıkarmalı, tasarrufu bir yaşam biçimi haline getirmeliyiz. Rahmet beklerken, “niye bu rahmetten yoksun bırakılıyoruz?” diye düşünmemiz gerekmektedir. İçerisinde imtihan olduğumuz bu dünya sadece kendimizi düşünüp, vurdumduymaz bir şekilde yaşamamız için mi yaratıldı? Bir hadiste Peygamber Efendimiz (S.A.V.) "Yeryüzündekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin." diye boşuna mı söylemiştir. Evde kuruyan ekmeği çöpe atmayıp, balkon kenarında kuşlara doğramak, bardakta az kalan suyu lavaboya dökmeyip, saksıdaki çiçeğin dibine dökmeye çalışmayı elbet Rabbim görecektir.
Askerlikte bir yazı çok dikkatimi çekmişti… Lamba açma kapama düğmesinin üzerinde “Lüzumsuz ise söndür” yazıyordu… Ne kadar güzel ve öğretici bir uyarı… Lüzumsuzca musluklardan akan suyu düşünebiliyor musunuz? Belki bir evde ir ayda tonlarca su bu şekilde boşa akıyordur. Su tasarruflu muslukların kullanılması, bulaşıkların makinede yıkanması gibi tedbirler aile bütçesine de katkı
sağlayacaktır.

Rahmet beklerken, rahmet sahibinden korkarak, kul olduğumuzun bilinci ile hareket edeceğiz.

Zira gözümüzün gördüğü, görmediği; aklımızın yettiği, yetmediği her şey O’na aittir. Ve her şey O’nun rahmetine muhtaçtır. Rahmet beklerken, yarattığı en güzeli örnek alıp, O’nun gibi davranmaya çalışacağız. Başka ne bir yolumuz ne de bir alternatifimiz vardır.

Devamını Oku