DOLAR 32,2053 -0.22%
EURO 35,1156 -0.22%
ALTIN 2.498,171,32
BITCOIN 21548040,35%

ÖLÜMÜNÜN 87. YILINDA AKİF İLE SÖYLEŞİ

İstiklal Marşımızın yazarı, Şair Mehmet Akif Ersoy’un ruhu ile değil de sözleri ile büyüyen ve o büyük şairi dillerinden düşürmeyen; ancak uygulamaları ile Akif’in bırakın ruhunu sözlerine dahi ihanet eden zevattan birini dinlerken uyuya kalmışım. Bir de baktım merhum Akif karşımda…
Kalk, dedi! Doğruldum. Sonra bana dedi ki:

“Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.
Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle.
İmanı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, ‘İki el bir baş içindir.’
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.”

Ben de ona dedim ki:
Ne diyorsun sen şair, kel başa şimşir tarak
Atiden bizlere ne, dert; bugünü kurtarmak
Geçti Bor’un pazarı sür eşeğin Niğde’ye
Ölüm mü; düşünme sen, bülbül konmaz iğdeye
Bak yine yanılmışsın; eller, şak şak içindir
Vaat sandığa kadar; her şey tak tak içindir
Düşünmek mi, ne gerek? Kaldır der kaldırırız
Yoksa nasıl parmağı bal küpe daldırırız.

Akif, yüzüme şöyle baktı, sonra:
“Yeis öyle bir bataktır ki, düşersen boğulursun
Azmine sarıl sımsıkı, bak ne olursun.”, dedi.

Ben de ona dedim ki:
Battı batacak gemi, ne katarsam varıma.
Varsın boğulsun millet, ben bakarım kârıma.

Akif, bu defa yüzüme acıyarak baktı ve:
“ Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu;
Gelir de adl-i İlahî Ömer’den sorar onu!”, dedi.

Ben de ona dedim ki:
Kenar-ı Dicle’ye şimdi çok barajlar yapıldı
Kurtlar sofrasında haslar; kapışıldı, kapıldı
Sonra koyun diyorsun da, rengi ak mı kara mı?
Adalet, havaya para: Hop! Yazı mı tura mı?

Akif, bu sözüme çok kızdı ve:
“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz.
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz.”, dedi.

Ben de gülerek ona dedim ki:
Rüzgârın esişine kıble değiştirenler
Geleceğini bizim yal cenahta görenler
Bilumum yandaşımız, iğreti yamamızla
Eseriz rüzgâr gibi ve olanca bir hızla
Bu yolda nice fener, nice fer söndürürüz
Bu yol ilmi siyaset; dönme bilmez, yürürüz.

Akif’in gözleri çakmak çakmak oldu.
“Varsa şayet söyleyin bir parçacık insafınız
Böyle kansız mıydı hâşâ kahraman eslafınız
Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdasına
Böyle olmuş muydu millet can evinden rahne dar
Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi
Böyle adet miydi bi perva yemek insan leşi
Irzımızdır çiğnenen evladımızdır doğranan
Hey sıkılmaz ağlamazsan bari gülmekten utan!” ,dedi.

Bu sefer kızma sırası bendeydi, ona dedim ki:
Bre şair, ne oldu da, kattın tozu dumana!
İğne batırılmış gibi başın vurmuş tavana.
Biz ki laf salatasında almışken bu kadar yol
Varsın keçi hır çıkarsın, nasıl olsa koyun bol
Anlamadın değil mi ya! Almaz senin kul beynin
Değil mi ben, bu millete; hem beyinim hem beyim.
Doğru olan dediklerim; her şey sala olacak
Bu uğurda gerekirse kırılacak kol bacak.
Diyorsam ben, parçalanır; yoksa yürür mü işler?
Kim demiş hesapsız diye, rehberiniz keşişler
Nazarın değecek billâh, tutunduğumuz Haç’ça
Ot diyorsam ot yenecek; gerek yoktur turaç’a?
Yok, ırzımmış, namusummuş; duymamış olayım ha!
Çek hayalini yolumdan, bize kalsın tüm saha.

Akif, yüzüme tiksinerek baktı sonra da ekledi:
”Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim
İnan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek
Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek!”

Ders verme sırası bendeydi ona dedim ki:
Bu kafayla alamazsın ritim sazın hazzını
Ciğer sökecek hançeri elbette saklar kını
Yalan siyaset rehberi, ayıbı örter deri
Senin hakikat dediğin şimdilerde seferi

Mehmet Akif Ersoy’un yanaklarından iki damla yaş süzüldü, sonra döndü:
“Kurt uzaklardan bakar dalgın görürmüş merkebi
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi
Lakin aşk olsun ki aldırmazda otlarmış eşek
Sanki tavşanmış gelen yahut kılıksız köstebek
Kâr sayarmış bir tutam fazla olsun yutmayı
Hasmı derken çullanırmış yutmadan son lokmayı

Bir hakikattir bu bildiğin üsluba sok
Halimiz merkeple kurdun aynı asla farkı yok
Burnumuzdan tuttu düşman biz boğaz kaynındayız
Bir bakın halamı hala ihtiras ardındayız
Saygısızlık elverir bir parça olsun arlanın
Vakti çoktan geldi hem geçmektedir arlanmanın
Davranın haykırmadan nakus-u izmihlaliniz
Öyle bir buhrana sapmıştır ki zira haliniz
Zevke dalmak şöyle dursun vaktiniz yok mateme
Davranın zira gülünç olduk âleme
Bekleşirken gökte yüz binlerce ervah intikam
Yerde kalmış naşa benzer kavm için durmak haram
Kahraman ecdadınızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa istikbalinizden korkulur pek korkulur.”, dedi ve birden kayboldu.
Gözlerimi açtım. İyi ki rüyaymış dedim kendi kendime. Ama rüya da olsa çok üzüldüm o büyük şairi dillerine pelesenk edenlerin yaşantı, davranış, anlayış ve algılarıyla o büyük şaire cevap verdiğime. Sonra aldım kalemi elime ve başladım yazmaya:

Sade korkulsa iyi, bu kene başka kene
Ayakların suçu yok, damdan inmiş bedene

Ayrıştırma adına ne varsa kullanıyor
Bir bu ülke değil ki bak, Osmanlı yanıyor!

Bu kene başka kene, ihaneti sevene
İnancı sömürüyor, rahmet okutup düne

Pisliği yakasından dökülürken önüne
Şerrinden kaçışıyor bit, pire, sülük, süne

Akif’im ne diyeyim; sen ki başlar tacısın
İstikbalimiz meçhul, bize Allah acısın.

Devamını Oku

BEN ÖĞRETMENİM

Devamını Oku

ÖKÜZLERİN ÖKÜZLÜĞÜ

Derler ki ormanların birinde çakallar toplanmış: “Yahu!” demişler, “açlıktan ağzımız kokuyor; nasıl etsek de gidersek bu açlığımızı? Maymunlara saldırsak, ağaçlara tırmanıyorlar; fillere saldırsak, canımız yanıyor, ceylanlar nefesimizi kesiyor, yetişemiyoruz peşlerinden; kuşlar uçuyor, balıklar dersen olacak iş değil…

Ne yapsak da kurtulsak bu açlıktan?” Çakallardan biri; “en iyisi, öküzlere saldıralım; iri yarılar, etleri butları da yerinde; üstelik ne pençeleri var ne de kanatları; suya da dalamazlar…

ani tam dişimize göre!” “Olur mu?…” “Olmaması için hiçbir sebep yok!” “O halde? “Hücum!” Ancak, evdeki hesap çarşıya uymamış. Öküzler, çakalların hücuma kalkıştıklarını görünce anında organize olmuş ve toplu savunmaya geçmişler. Çakalların akıl edemedikleri boynuz ve tekmeleriyle saldırıyı püskürtmüşler. Çakallar, sonuca ulaşamayınca yine toplanıp bir araya gelmişler ve kara kara düşünmeye başlamışlar. Çakallardan biri: “Tilkiye danışalım” demiş. Öyle ya ormanın en akıllısı tilki, bir yol gösterir elbette.

Bu görüş ağırlık kazanınca da arayıp bulmuşlar tilkiyi…

Tilki, şartlı yaklaşmış çakalların teklifine: “Beni; öküzlerin yaşadığı zengin otlakların tek hâkimi yaparsanız aşınızı ayağınıza getiririm”, demiş. Çakallar, balıklama atlamışlar bu teklifin üzerine. Tilki, hemen bir plan yapmış; planını uygulamak için de beyaz bayrak bağladığı sırığı almış eline varmış öküzlerin otlağına: “Saygıdeğer öküz kardeşlerim!”,demiş, “Aslında çakallar sizleri çok seviyorlar. Sizinle barış yapmak, iyi geçinmek hatta dost olmak istiyorlar. Ancak, aranızdaki şu sarı öküz yok mu sarı öküz.

İşte çakalların bütün öfkesi bu sarı öküze… Tüylerinden midir nedir onu görünce sinir oluyorlar, saldırmaları da bundan. Verin şu sarı öküzü, kurtulun çakalların saldırısından. Sonra da yaşayın gidin huzur içerisinde.” Öküzlerin ileri gelenleri hemen bir öküz heyeti oluşturmuş ve başlamışlar tilkinin önerisini enine boyuna tartışmaya. Sonunda sarı öküzü çakallara vermeyi kararlaştırmışlar. Çakallar, bu zahmetsiz ödüle bir sevinmişler bir sevinmişler ki sormayın. Hemen sarı öküzü parçalayıp indirmişler açlıktan guruldayan midelerine. Aradan birkaç gün geçmiş; tilki yine gelmiş öküzlerin otlağına.

Bu sefer beyaz bayrak yokmuş elinde; “Bakın!”, demiş öküzlere; “gördünüz, çakallar ne barışseverler değil mi?” Artık saldırmıyorlar. Siz de mutlu yaşayıp gidiyorsunuz. Biliyorsunuz siz otla, çakallar da etle besleniyor, Maşallah, otağınızın otunun tükeneceği yok. Sonra çayırlıkta kendi halinde otlayan benekli öküzü göstermiş; “Şu benekli öküzü verseniz. Çakalların da canları çekiyor! Ben elçiyim, elçiye zeval olmaz. Hani diyorum otlağın selameti, barışın devamlılığı için verseniz şu benekliyi çakallara…

” Öküzler çaresiz; işin ucunda barış var, otlağın selameti var. “Peki”, demişler. Aradan üç dört gün geçmiş geçmemiş tilki yine gelmiş. “Şu kuyruğu kınalıyı” birkaç gün sonra “boynuzu hilal olanı”, “tombulu”, “kuyruğu kısayı”… Tabii öküzlerin sayıları azaldığı oranda da çakallar hem semirmiş hem de küstahlaşmışlar. Derken bir gün çakallar, çıkarmışlar tilkiyi devreden. Bizzat kendileri gelmiş; “Bundan böyle hanginizi canımız çekerse onu yiyeceğiz”, demişler. Otlağın sağında solunda; tek tük kalan öküzlerin korkusu dağları tutmuş. Korkunun ecele faydası olmaz ya! Yine de kalan öküzler toplanıp bir araya gelmişler. Bu sefer de öküzler yana yakıla bulundukları duruma çare arar olmuşlar. Öküzlerden biri: “Ah, ah!” demiş, “Bir zamanlar ne kadar güçlüydük, çakallarla baş edebiliyorduk; artık ne gücümüz ne de savaşacak birlikteliğimiz kaldı.

” Öküz heyetinin de saygın üyesi olan yaşlı bir öküz; “ah çekmek, hayıflanmak için çok geç! Biz, en büyük öküzlüğü sarı öküzü ‘çak/allara vermekle yaptık”, demiş. Ya işte böyle; öküzler, öküzlüklerinin cezasını hem otlaklıklarını hem de canlarını kaybederek ödemişler. Şimdi bana niye bu masalı anlattın diyenleriniz olacak. Sahi niye anlattım? Hadi ÖNAL /19 Kasım 2023/ İSTANBUL

Devamını Oku

MUSTAFA KEMAL NİÇİN “ATATÜRK’TÜR”?

Trakai, Litvanya’nın başkenti Vilnüs’e 35 km uzaklıkta 5-6 bin nüfuslu bir köydür. Türk ve Müslüman dünyaya çok uzak coğrafyada bulunan bu köyde Karay Türkleri yaşamaktadır.

Litvanya Kralı Vytautas, Kuman soyundan gelen Türklere toprak vererek bu bölgeye yerleştirmiştir. Buraya yerleşen Karay Türkleri, yüzyıllarca dillerini ve kendine has yaşantılarını sürdürmüşlerdir. Litvanya’da yaşayan bu küçük Türk topluluğu hakkında kimsenin pek bilgisi olmamıştır. Ta ki Prof. Oktay Sinanoğlu’nun 1970 yılında bir toplantı için Litvanya’ya gidinceye kadar. Toplantı sonrası arkadaşı Profesör Yutsis, Sinanoğlu’nu Trakai köyüne götürür. Sinanoğlu, köyde Türklerin yaşadığını öğrenince şaşırır. Asıl şaşkınlığı ise köyün ihtiyar meclisinin başı aksakallı bir kişinin ona söyledikleridir. Aksakallı, Sinanoğlu’na; “Atatürk’ümüz zamanında Türkiye’den O’nun gönderdiği elçiler gelir; bize Türkçe dergiler, kitaplar getirirdi. Atatürk vefat etti, Türkiye’den ses seda kesildi. Size ne oldu?”, der… İşte Mustafa Kemal’i Atatürk yapan budur. Onun sadece soyadı Atatürk değil kendisi de“Atatürk’tür”.

Bir insan düşünün bir taraftan İstiklal Savaşı ile ulus bir devletin temellerini atıp kulun kulluğuna son veriyor diğer taraftan da varlığından kimsenin haberi olmayan Litvanya’nın Trakia köyünde bulunan Türklerin dillerini ve milliyetlerini devam ettirmeler için onlara elçiler ve kitaplar gönderiyor. İşte Türk’e dünyanın neresinde olursa olsun kol kanat geren böylesi bir lider olduğu için Mustafa Kemal “Atatürk’tür”.

Yıl 1933 bakın ne diyor Türkiye Cumhuriyetinin İlk Cumhurbaşkanı: “Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir.

İşte Türkiye ne yapacağını bilmelidir…

Bizim bu dostluğumuz idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz, onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak…

Dil bir köprüdür…

İnanç bir köprüdür…

Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli” Sadece yaşadığı zaman diliminde değil, gelecekte olacakları görebildiği için Mustafa Kemal “Atatürk” olmuştur. 1933’te 1990 yılını görebildiği için Mustafa Kemal “Atatürk” olmuştur. Okuyan ama çok okuyan, araştıran, milleti için en güzelini düşünen ve uygulayan bir kişi olduğu için Mustafa Kemal “Atatürk” olmuştur.

Aydınlanmanın İslam dininin ilk emri olan “okuma” ile kazanılacağına inandığı için “Atatürk” olmuştur. Yalnızca Türk milletinin değil dünya üzerindeki ezilmiş milletlerin de önderi olan dünyanın yetiştirdiği bu eşsiz insanın, bu dahi yöneticinin, bu büyük Türk’ün, Atatürk’ün, ölümünün 85. Yılında onu bir defa daha, şükranla, minnetle, rahmetle yâd ediyor, manevi huzurunda saygıyla eğiliyorum. Ruhu şad olsun.

Hadi ÖNAL/ 10 Kasım 2023/ BURSA

Devamını Oku

CUMHURİYETİMİZ 100 YAŞINDA…

Vazgeçilmezimiz, kıymetlimiz, devredilmez en büyük servetimiz, yüzünün sıcaklığı ile gönüllerimizi ısıtan Cumhuriyetimiz yüz yaşında…

Cumhuriyet: Türk milleti için; demokrasi ile taçlanan, laiklik ile insana,“önce insanım, insan olarak yaratıldım”, demenin hazzını yaşatan devlet yönetimimizin adıdır.

Cumhuriyet: Türk milleti için; geçmişin karanlık yüzünden, baskıdan, insanın insana kulluğundan, haksızlıklardan, kanunsuzluklardan, adaletsizliklerden alınan derslerin ve tecrübelerin ışığında kazandığımız değerler manzumesidir. Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesi olma özelliğiyle Türk milletinin yaradılışına, karakter ve geleneklerine en uygun yönetim biçimidir.

Cumhuriyet: Türk milleti için; tek kişi yönetimine; krallığa, imparatorluğa, padişahlığa kısaca monarşi ve oligarşiye set çeken bütün gücünü halktan alan milli egemenliğin karşısında hiçbir kuvvetin olamayacağını beyinlere ve yüreklere nakşeden bir yönetimin adıdır.

Cumhuriyet: Türk milleti için aklın ve bilimin ışığında yeniliğe, gelişmeye, çağdaşlaşmaya giden yoldur.

Cumhuriyet; Türk milleti için; temel hak ve özgürlüklerinin teminatıdır. Bu yönetim biçimi ile halk kendisini yönetecek kişileri belli süreler için seçer. Seçtiği kişiler, milletin oyları ile yürürlüğe giren anayasa çerçevesinde devleti yönetirler. Demokratik, şeffaf, adil bir biçimde yapılan seçimler cumhuriyet yönetimin olmazsa olmazıdır.

Cumhuriyet: Türk milleti için; aynı zamanda fırsat eşitliği ve sosyal adalet demektir. Bu yönü ile cumhuriyet, bütün vatandaşların sosyal güvenlik, sağlık, eğitim gibi konularda eşit olmasını sağlar.

Cumhuriyet: Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür insanlar yetiştirir. Hiçbir güç Türk milletini sahip olduğu en büyük değer olan Cumhuriyet yönetiminden koparmaz, ayıramaz. Türk milletinin kanıyla, canıyla kazandığı bu topraklarda yaşayan her fert, cumhuriyetin şemsiyesi altındadır. Dokusu, “Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” olan Cumhuriyet, kolay kazanılmamıştır. Temelinde parçalanmış, yıkılmış, işgal edilmiş bir devletin küllerinden doğmuştur. Cumhuriyetin temellerinde Osmanlı devletinin küllerinin arasındaki kıvılcımların tutuşturduğu yüreklerin dirilişi, hayat buluşu, yeniden ayağa kalkışı, şahlanışı vardır. Bir yandan emperyalist güçlere karşı savaş verilirken diğer yandan da insanın insana köleliğine son veren büyük ve kutlu yürüyüşün adıdır Cumhuriyet. Cumhuriyette, Mehmet Akif Ersoy’un veciz ifadesi ile “tek dişi kalmış canavarın” çelik zırhlarına karşı iman dolu göğüslerin gerilmesidir. Cumhuriyetin temellerinde; vatanını, bayrağını, bağımsızlığını her şeyden üstün olarak görenlerin canları, kanları vardır.

Cumhuriyette; azim vardır, kararlılık vardır, ilim vardır ve de çok çalışma vardır. Cumhuriyet yönetiminin temelinde kol kola, omuz omuza, sırt sırta vermenin nelerin başaracağının mesajı vardır. Cumhuriyette birlik, beraberlik, kardeşlikle yüreklerin toplu olarak atması vardır. Türkiye Cumhuriyetinin temellerinde bugün üzerinde hür ve bağımsız olarak yaşadığımız cennet ülkeyi sevme, koruma, imar etme, kalkındırma vardır.

Türkiye’mizin kurtuluş ve kuruluşunda canlarını ortaya koyan Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızın Atatürk ve silah arkadaşlarının emeği, alın teri vardır. Cumhuriyeti anlamak için Sevr ile Türk milletine biçilen kefeni görmek gerekir. İşgal altındaki topraklardan aydınlık ufuklara kanat açmanın anlamı o zaman ortaya çıkar. Şükürler olsun ki bugün Cumhuriyet’imiz 100 yaşında… Gururla, daha nice yüz yıllara…

Yaşasın Cumhuriyet!

Hadi ÖNAL/28 Ekim 2023/ İzmir-Foça

Devamını Oku