25 Mayıs 2024 Cumartesi
Tasarruf konusunda; Bizler vatandaş olarak Üzerimize düşeni her zaman yaptık yapmaya devam ederiz sizlerde üzerinize düşeni yapacakmısınız…
Gelelim esas konuya; ”Tasarruf Tedbirleri”
Bu ne devletin, ne de kamunun, “tasarruf paketi” .
Bu doğrudan “tek adam” yönetiminin “israf paketi”dir…
Adını doğru koyalım, “tasarruf” filan deyip lafı bükmeyelim.
Özetle ve amiyane deyimle “kıvırtma” yalım.
Neymiş devlet alacağı yeni bazı tedbirlerle 100 milyar tasarruf edecekmiş…
Bu paranın on katı tasarruf yapılsa ne yazar…?
Devlet hazinesi adeta “kara delik”…
Memurun yemek parası ya da, servisinden tasarruf edeceğine, gözlerini Cumhurbaşkanlığı Külliye’sine çevir be sayın Hazine ve Maliye bakanım.…
Saray’ın bir tekini, sadece tek bir uçağını satış çıkar, 84 milyon vatandaş seni alkışlasın.
Hatta bu karar nedeniyle ülkede bir hafta boyunca şenlikler düzenlensin.
Saray’ın ve Diyanet’in bütçelerinden “minimum” tasarruf yap, bu bile dar gelirliye soluk aldırır.
Ülkeyi soyup soğana çeviren 5’li çetelere verilen kamu garantilerini düzenlemeye gitme…
Yabancı araba saltanatına son verme.
Yüksek gelirli gruplar için farklı vergi kalemlerini yok say.
Devlet büyüklerinin “koruma ordu” larından kısıntıya gitme.
Devlet ihalelerini şeffaflaştırma
Sayıştay denetimlerini devre dışı bırak.
Sayısını dahi bilmediğimiz “saray”lardan tekini dahi satışa yanaşma.
Devlet “arpalığı” gibi kullanılan üç-dört ek maaşlı yönetim kurulu üyeliklerinin “ballı” gelirlerime elini sürme…
Eeeee, neymiş…???
Memurun öğle yemeği ve evine yorgun argın dönmek için bindiği servis aracı uygulamasına son ver.
Bu mu “tasarruf tedbiri”…?
Buna “milletle dalga geçmek “diyenler olabilir, çıkabilir.
Ben bu görüşe katılmıyorum.
Bu düpedüz herkesi, tüm halkı “aptal” yerine koymak anlamına gelir ki…
Bunu da asla kabul etmiyoruz.
Bu halkın çoğunluğu fakir ama aptal değil…
Yerel seçimlerde bunun işaret fişeğini ateşlemesinden belli…
Genel seçimlere çok var dense de…
Zaman akıp gidiyor…
Ezcümle; Öyle bir an gelir ki, göz açıp kapayıncaya kadar zaman geçmiş, genel seçimler önümüze gelmiş, kendimizi sandık başında bulmuş oluruz.
Belli mi olur?
Kalın Sağlıcakla…
Yaşam muhabbettir. Herkesle konuşmak medeniyetin bir gereği.
Ancak yüzyıllardır süregelen öğütler var; cahille tartışma gibi. Kesin önyargısı olanlarla neyi nasıl konuşursun, neyi tartışırsın?
Toplum içinde cazgır olan da var sessiz kalan da… Siyasette durum daha farklı.
Önce yaklaşık 800 yıl geçmişe gidip Mevlana’ya (1207–1273) kulak verelim:
1- Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol,
2- Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,
3- Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol,
4- Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
5- Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol,
6- Hoşgörülükte deniz gibi ol,
7- Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.
Mevlana’nın 7 öğüdü böyle. Bu öğütler yüzyıllarca Anadolu’nun önde gelen isimlerini etkiledi. 2000’lere geldiğimizde şefkat, merhamet, yoksullara yardımda cömertlik, tevazu ve alçakgönüllülük, hoşgörü toplumumuzda içselleştirildi. Bu konularda aykırı durumda olanlar sınırlı sayıda siyasetçiler. Bir gerçek var ki bu aykırı duruma düşenler maalesef iktidar sahipleri…
İşin ilginç yanı da iktidar oluncaya dek sevgi, hoşgörü, cömertlik, yardım sözlerini kullandılar. İktidar olunca söylem de değişti davranış da.
Bazı parti liderlerinin sözü ve davranışı da aynı şekilde oldu. Yani Mevlana’nın yedinci öğüdüne uygun davranmadılar. Oldukları gibi görünmediler, göründükleri gibi de olmadılar.
Halkımız ilişkilerde yumuşaklığı seviyor. Ancak TV’de abartılı çatışmalı ve kavgalı diziler izlenme rekorları kırıyor. Sert ve kavgacı siyasiler halkın gündüzündeki yaşamına mı, gecesindeki kavgalı dizisine göre mi davranıyor?
Mevlana’nın öğütleri siyasi değil insani. Siyaset ise etik (ahlaki) kurallara uyulmadığı zaman halkı kandırmaktan öteye geçemiyor. Bu tüm partiler için geçerli.
Halkın iyi niyeti ve hoşgörüsü ise iktidar sahipleri için büyük avantaj. Hele bir de eğitim eksikliği, sorgulama noksanlığı, birey olma bilinci eksik ise iktidar için bulunmaz bir nimet.
Şunu yapacağım, bunu vereceğim de iktidar ol, sonra ne onu yap ne de bunu ver. Son örneği “tasarruf tedbirleri” Programda 22 yıllık iktidarın pekişmiş davranış biçimi olarak güzellik gösterilecek, vatandaşın cebinden para alınacak.
Televizyonlardaki programlarda, köşe yazılarında bunlar açıkça söyleniyor, yazılıyor. Otoyollara, köprülere yapılan yüksek zamlar için Hazine ve Maliye Bakanı diyor ki: “Köprü ve otoyollardaki son fiyat artışlarının yıllık enflasyona etkisinin yaklaşık 0,05 puan (taşımacılık maliyetleri kaynaklı tüm dolaylı etkiler dahil) ile sınırlı olacağını öngörüyoruz.”
Zamların enflasyona etkisinin on binde beş olması öngörülüyormuş!
22 yıldır hiçbir öngörü tutmadığına göre bu da tutmayacak. Zaten esnaf kredilerinin faizi de yüzde 7 buçuktan yüzde otuza çıkartıldı. Dört kat artırıldı.
Yıllık enflasyon yüzde 36’dan 38’e çıkartıldı. Tutmayacağı belli.
Vaziyet bu durumdayken iktidar ile yumuşama yarışına girip yandaş medyadan övgü almak, halkın isteklerini yerine getirip tek dilde asılan ve Türkçe olmayan afişleri kaldıran belediye yöneticilerini fırçalamak neyin habercisi acaba?
Ezcümle; Görünen o ki, iktidar da muhalefet de durup durup gündem değiştirerek konumlarını korumanın peşindeler. Vatandaş, işçi, çiftçi ve emekli duygularını bakalım nasıl gösterecek?
Memleket hali deyip geçmeyin..!
Bir Şehrin Siyasileri o şehrin aynasıdır..!
Memlekette Neler oluyor, Neler..!
Memleketten bi haber olanlar akıl veriyor, oysa ki akılları kendine yetmiyor..!
Memleketteki olup, bitene kulak tıkayanlar, Akil insanlığa soyunuyor, İyi mi? hemde evlere şenlik bir şekilde..! Neden? Soran yok sorgulayan yok..!
Elazığspor mu dediniz? ”Yoksulun sırtından doyan doyana” misali Elazığspor üzerinden herkes faydalandı da sadece Elazığspor kendinden faydalanamadı bakmayın Elazığspor bizim marka değerimiz, gözbebeğimiz dediklerine bakın istatistiklere Elazığspor kazanmışmı yoksa kullanılmış mı..!
*
Gündem memleket olunca, kilitleniyoruz.
Gönlümüzden geçenlerle, Mantıksal düşünce arasında, Mücadele içerisindeyiz.
Hangisi galip gelecek, Bekleyip, göreceğiz.
*
Beklentiler,
Çözümlemeler,
Denklemler,
Yapılmaya çalışılsa da,
Çözümün kaynağı belli, Çözümsüzlüğün de…
*
Siyasetin anlık fikir değişimleri.
İvmeyi başka yöne kaydırdı, farkındamıyız acaba?
*
Siyasete girdik ya.
Aslında siyaset bir araç.
Son yıllarda Elazığ’ın kendini siyaseten hiç tartmadığını,
Kendini konuşmadığını,
Kendi ile barışmadığını gördüm.
*
Bizim için önemli bir gelişme olması için,
Özlenen tablo neydi? ”Birlik, beraberlik” varmı? hayır…
*
Mevzuya gelelim mi?
Gerçekçi olmak lazım.
Elazığ’ın siyaset tarzı eskilerde olduğu gibi
Siyasiler…
Gayret gösterse,
Davetiye çıkarıp,
Çağrı yapsa, bir araya gelinse diye bir an düşündüm…
Ama şimdikiler asla kimseyi biraraya getiremez.
Getirseler bile, Kimi menfaat üzerinden, Kimi çıkar üzerinden, Kimi samimiyetten..!
*
İnisiyatif dışındaki gelişmeler, Elazığ’ı buluşturuyor, Dengeleri değiştiriyor..!
*
Elazığ’ın STKları biraraya gelip.
Elazığ’a yönelik zaman zaman açıklamalar yapıyorlar.
Sahip çıkıyorlar..!
*
İnanın mevzunun burasında değilim,
Benim bakışım farklı, Elazığ’ın kendi sorununu, her platformda gündeme getirmesi,
Birlik mesajı verip, Toplumsal menfaat üzerinde çalışma yapmak istemesi,
İşte, benim için önemli olan budur ama nafile…
*
Çözüm Elazığ’ın kendisi…
Çözümsüzlüğü de..
*
Farkında mısınız?
Benzer mevzularda dönüp, duruyoruz.
Yani…
Yıllar geçse de Elazığ değişmiyor.
Ne altyapısını çözebildik ne üst yapısını, Sorunlar yumağı çözülmediği için,
Elazığ’ı bir arpa boyu ilerletemiyoruz, Elazığ’ın yarınını şekillendiremiyoruz.
*
Çözüm üzerinde konuşuyoruz, Çözümsüzlüğü pekiştiriyoruz…
Yani kısacası Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az..!
Bilmem Anlatabildim mi?
Kalın Sağlıcakla…
1 Mayısı kimler kutluyor? İşçiler, köylüler, beyni ile kol emeği ile yaşamımızı kolaylaştıran her şeyi üreten bütün emekçiler. Yani halk, yani millet, yani ulus, yani vatandaş, yani bir avuç dışında hepimiz.
Peki çok ve çoğunluk olan ve yaşamın dünyevi ihtiyaçlarını üreten milyonlara neden yasaklama, kısıtlama, kurallar dayatma adı altında baskı oluyor?
Her toplumun kötü ve iyi insanları olduğu gibi, kötü ve iyi siyasetçileri de vardır. İnsan, doğuştan kötü değildir. Kötü olmasını sağlayan, içinde yaşadığı koşullardır.
Kötü koşullarda yaşayan bir insanın, iyi insan olması mümkün müdür? Evet. Bunun olabilmesi için, içinde bulunduğu kötü koşullara rağmen aklını ve zekasını kullanarak, iyilik kanallarından akan düşünceler ve görüşlerden beslenebiliyor ve egosunu dizginleyebiliyor olması gerekir.
Yaşadığı toplumun değer yargılarının ötesinde, o değerlerle çelişin fikirleri olan insanlar, insanlık tarihi boyunca ağır cezalara çarptırılmış, birçoğu da katledilmiştir. Ancak gerçek şu ki toplumlar, katledilen o insanlar sayesinde, daha insanca bir yaşama doğru adım atabilmiştir.
Kimi toplumbilimciler, insanlık tarihini “sınıflar arası mücadele tarihi” olarak tanımlıyor. Bu konuda yeterli bilgisahibi değilim ama yaşamın bana öğrettiği de, bu.
Günümüzde küresel olarak örgütlenmiş olan kapitalistler, işçi ve emekçileri sömürüyor. Bu sömürü, kimi ülkelerde, kapitalistlerin iktidara getirdikleri kötü siyasetçiler sayesinde, daha da acımasızca yapılıyor. İşçiler ve emekçiler devlet güçleri tarafından gazlanıyor, kurşunlanıyor.
Daha sağlıklı bir çevrede, daha iyi koşullarda yaşamak isteyen halkın, işçilerin, köylü ve emekçilerin karşısına devlet gücü dikiliyor. Hak arayan insanlar, devlet güçlerinin, devlet içinde örgütlenmiş karanlık güçlerin, ya da devlet destekli çetelerin saldırısına uğruyor.
1 Mayıs 1886’da Amerika’da günde 12 saat çalışmaya itiraz eden, günlük çalışma süresinin 8 saat olması için mücadele eden işçiler, devlet güçlerinin ve kapitalistlerin beslediği çetelerin saldırısına uğradı. Grev yapan işçilerden dördü öldürüldü. Yaralı sayısı belirlenemedi. 1889’da toplanan İkinci Enternasyonal’de 1 Mayıs, Birlik Dayanışma ve Mücadele günü olarak kabul edildi.
1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda düzenlenen mitingi “bilinmeyen” kişiler, silahla taradı. 34 işçi ve emekçi katledildi. 1.Milliyetçi Cephe iktidardaydı. Kötü siyasetçiler, katilleri, gerçek suçluları bir türlü bulamadı.
Sular İdaresinin üstünden uzun namlulu silahlarla Meydanı tarayanlar kimlerdi? Görüntüleri çekilmiş olmasına karşın, kim oldukları “bilinemedi-bulunamadı”. Panzere ateş ederek Meydana dalma emrini kim verdi? İç güvenlikten DİSK, dış güvenlikten ise Valilik sorumluydu. Meydana saldırı dışarıdan yapıldı.
Kötülük, yapanların yanına kar kalmamalı ama kötü siyasetçilerin yönetimde olduğu ülkelerde kalıyor. Çünkü genellikle yapılan kötülüğün arkasında kimi zaman yönetenlerin izi de oluyor.
Küresel olarak örgütlenmiş sermaye karşısında, işçiler ve emekçiler küresel olarak örgütlenemezse, sömürülmekten kurtulamaz.
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı. Anayasa ve Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan bir iktidar var. Taksim Meydanı (1 Mayıs Alanı) bu yılda işçilere yasaklandı. Ülkeyi yöneten tek adam ne derse, o oluyor.
Anayasa Mahkemesi “Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs kutlamalarına kapatılması hak ihlalidir.” diye karar veriyor. Tek adam, işçiler ve emekçiler Taksim’e girmesin diye, bütün cadde ve sokaklara binlerce polisle kapatıyor. İşçiler ve emekçiler Taksim’in 1 Mayıs Meydanı olduğunu 47 yıl önce kanlarıyla yazdılar, diyorum ve yazımı noktalıyorum…
Kalın Sağlıcakla…
31 Mart yerel seçimleri, halkın çoğunlukla, “tek adam” yönetiminden memnun olmadığını gösterdi.
Şimdi “tek adam” ne yapacak? Açık-gizli ortaklarıyla – belki de yeni ortaklar da bularak – adaletsiz, kendi ailesini ve kendine biat edenleri zenginleştirip halkı daha da yoksullaştırmaya devam mı edecek; yoksa halkın sesine kulak mı verecek? Yaşayıp göreceğiz.
Yerel yönetimlerin büyük bir bölümünün muhalefet partileri tarafından yeniden ve sayıları artarak kazanılması, Cumhur İttifakı’nı ve destekçilerini şaşkına çevirdi. Bunu hiç beklemiyorlardı. On ay önceki Genel Seçimi ölçü alan iktidar, 31 Marttaki bu yenilgi karşısında sustu kaldı. Ne diyeceklerini bilemediler. Sonra toparlanıp, “biz kazandık” bile, diyebildiler. Şaka değil, gerçekten “kazandık” dediler. Ne de olsa her söylediklerine inanacak olan bir halk kesimi var.
Bu ve bundan önceki seçimlerin adil olmadığını, açıkça herkes gördü. Tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı, yerel seçimlerde de meydanlara çıktı. Çıkmakla da kalmadı, “merkezi yönetimle yerel yönetim aynı partiden olmazsa, o yerel yönetim hizmet alamaz…” anlamına gelen açık tehditler de savurdu. Bütün bakanlar ve üst düzey bürokratlar da Cumhur İttifakı belediye başkan adaylarının kazanması için çalıştı. Bir kere daha gördük ki Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi adil ve demokratik değil.
Halktan kopmuş, halka tepeden bakanların, halkın halinden anlaması beklenemezdi. Onlar da anlamıyor zaten. Bu yüzden neden böyle büyük bir yenilgiye uğradıklarını da anlayamadılar.
Ekmeğin kaç lira olduğunu, işsizliğin, pahalılığın ne olduğunu bilmeyen yöneticilerin, ayda 10 bin lira alan emeklinin, 17 bin lira alan asgari ücretlinin, yoksulluk sınırının altında aylık geliri olan memurların, işçilerin ve emekçilerin halinden anlaması mümkün değildir. Seçmen anlatmaya çalıştı ama anlamadılar.
Şimdiye kadar ekonominin “tıkırında” olduğunu söyleyen iktidar sözcüleri bile, gidişin kötü olduğunu artık gizleyemiyor. Görünen o ki her zaman olduğu gibi emekçi yığınlar üzerinde baskıyı artıracaklar. Öyle ya “Kapitalist sistemde paylaşılacak kar varsa onu zenginler paylaşır. Ödenecek borç varsa, yoksullar, işçiler ve emekçiler öder.”
İş cinayetlerinde ve silahlı saldırılarda hemen her gün yurttaşlarımız yaşamını yitiriyor. Çocuk istismarları, ölümleri ve kadın cinayetleri bir türlü bitmek bilmiyor.
Milyonlarca çocuk-genç, dini cemaat ve tarikatların medreselerinde “eğitiliyor”. Eğitim çağındaki çocuklar, merdiven altı işlerde ve kırsalda güvencesiz çalıştırılıyor, ölüyor. İSİG Meclisi, son 11 yılda çalışırken en az 631 çocuk işçinin hayatını kaybettiğini açıkladı. Onlar bu kapitalist soygun düzeninin görünmeyenleri. Sesleri duyulmayanları. Üç gün önce 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutladık.
1920 yılında İstanbul işgal altındadır. İşgali kabul etmeyen Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) ve arkadaşları 23 Nisan 1920’de ilk Meclisi (TBMM) Ankara’da toplamış. 23 Nisan tarihinin önemi buradan gelmektedir.
Saltanat ve hilafet özleyenlerin bu tarihi, Atatürk ve arkadaşlarını sevmemeleri de bu yüzdendir. 23 Nisan, 1921’de milli bayram olarak yasalaşmıştır.
23 Nisan 1929’da, Atatürk’ün isteği ile Milli Hakimiyet Bayramı ile Çocuk Bayramı birlikte kutlanmaya başlanmış. 23 Nisan’ın Çocuk Bayramı olmasında Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin (Çocuk Esirgeme Kurumu) önemli çabaları olmuş. 1981 yılında yapılan yasa ile 23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kabul edilmişti. (Kaynak Wikipedia)
Ezcümle; Ne yazık ki bugün, ülkede egemen olan otoriter “tek adam” ve kapitalist soygun düzenidir. Çocuklarımızın çoğu zor koşullarda yaşamlarını sürdürmektedir. Halkın egemen olduğu, çocukların güven, huzur ve barış içinde coşkuyla kutlayacağı 23 Nisanlar çok uzakta değil.
Kalın Sağlıcakla…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.