DOLAR 33,9818 0.11%
EURO 37,7251 -0.39%
ALTIN 2.726,78-0,69
BITCOIN 18527360,46%

BEN SİYASET DEĞİL; TARIMI, ÜRETİMİ, KÖYLÜMÜ KONUŞURUM BEGİM !..

11 Nisan 2022 18:11

Okunma: 120 kez okundu.

Ben Siyaset Değil; Tarımı, Üretimi, Köylümü Konuşurum  Begim !..

Çünkü ben, köylü çocuğuyum, üreticiyim, çünkü benim ellerim tarlada nasırlaşmış, ben kendim için değil milletin sesi olmak için varım.

Siyasetten önce ülkemizin üretim sorunu var ve bu gün geldiğimiz noktada artan maliyetler yüzünden tarımsal üretim durma ve bitme noktasına gelmiştir.

Köylümüz çiftçimiz; kaderiyle baş başa bırakılmıştır. Dalında olgunlaşmış, şekerlenmiş meyveler her an toprağa düşecek çürümeye terk edilmiştir.  Bazen geriye doğru bir film şeridi izliyorum, bir zamanlar tarımda üretim aşkıyla tuttuğunu koparan, elleri nasırlı analar ve babalar geliyor aklıma. Uyanmak ve görmek istemiyorum sanki bu günleri,  yurdum insanının çektiği sıkıntı bu kadar da olmamalı derken, yazgılarına küsmüşleri gördükçe içim sızlar.

Geçmişe takılı kaldığımda, hali vakti yerinde olan; ağam, begim diye çağrılan aile reislerinin evleri gelir aklıma. Kaldı mı bilmem, niyetini belli edenlere de küsmem. Çünkü ağalık ve beğliği biz şefkatli, yardıma koşan, üretim yapan, katkı veren, saygı gören olarak bilirdik, şimdi bakıyorum da avlu kapıları kilitli olmakla kalmamış gönül kapılarını da kapatmışlar milletin sesine, ne gönülden koşan var ne de duyan.   Kısaca ağalık be beğliği bitirenler yerlerini yurtlarını terk etmekle kalmamış, anlamı ve değeri büyük bu yakıştırmaların üzerine de çizgiyi çekmişler.

Ne zaman doğduğum köyüme gittiğimde, kıraçlaşmış topraklara bakarken, yıkılmış, terk edilmiş, ıssız ve sessiz köylerin hüznü kaplar içimi.

”Bir köy var uzakta, gitmesek de, gelmesek de, o köy bizim köyümüzdür” anlayışı ile gidip gelmeyi bir kenarda tutup sık sık köyüme yolculuk yaparım, geçmişi yaşarım. Yaşadığımız yerlerin sıcaklığına, baba ocağına atarım kendimi. Çocukluk hatıralarımı barındıran yerlere duyulan hasrete yolculuklardır bu gidişler.

Bir zamanlar sıfır maliyet denecek kadar az olan; dedelerin, babaların kullandığı karasabanları, Düvenleri, yabaları, anadutları, kağnı tekerlerini, yeni teknolojiye ( traktör, biçerdöver gibi ) ayak uydurma adına komşuların ahırlarında, samanlıklarında çürümeye yüz tutmuş tarım araçları ve gereçlerine bakar o günlerin bereketini bolluğunu yad ederim. Tatil oldukça denizler, yatlar, kaçamaklar gelmezdi bizim aklımıza, tatil beldelerimiz saf, temiz, ihanet görmemiş, sevgiden uzaklaşmamış, merhametten kaçmamış köylerimiz olurdu. Tarlaya bağa, bahçeye, pamuk ve çilek toplamaya, dut silkeleyip üzüm yemeye koşardık. Tarlalarımız gözelerinden çıkan sularla beslenirdi, bu günkü elektrik, su parası ödenmez üreticinin yakasına icra yapışmazdı.

Üretim maliyetleri artınca; Şimdilerde Boşalmış köyler, ıssızlaşmış çoraklaşmış tarlalar, gençleri köylerde tutamamış, geleceklerini kentlerin kalabalığında aramaya itmiş, şehrin varoşlarında bilinmeyen geleceğe yelken açmaya göndermişiz, herkes okusun patron olsun diyerek üretimi yok etmiş, tüketimi davul zurnayla karşılamışız.

Uygulanan yanlış tarım politikaları çiftçiyi zengin toprakların yoksul bekçileri yapmış, böylelikle bağlar, bahçeler ekilmez, toprak işlenmeyip, burcu, burcu kokan ekmekler, mis gibi üzümler, domatesler, salatalık kokuları  ithal edilen tohumlarla birlikte bozulmuş, köylü unutulup kaderine terk edilmiştir.

Susuzluğun yanı sıra fahiş bir şekilde artan mazot, gübre ve ilaçlama maliyetleri  toprağın kısırlaşmasına neden olmuş, bereketli topraklar insanların gönlü gibi çoraklaşmış, kendi kendine yeten memleket olmaktan çıkıp tarım ürünleri ithal eden ülkeler arasına girmiş, baba ocakları gidilmeyen gelinmeyen yerler olmuş, ocakların sönmesi de böyle başlamıştır.

Atatürk, 1922 de Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi, köylüdür derken köylünün önemini tablodan değil, görüp bildiği için bu değeri onlara layık görmüştür.  O halde, herkesten daha çok refah payı yükselmiş, mutluluğu artmış, mazota, gübreye, elektriğe, suya borcu olmadan üretim için, geleceğimiz için severek bağına, bahçesine koşan köylü hepimizin hayali değil midir?

Eğer bir ülke kendi temel ihtiyaçlarına ait ürünleri üretemiyorsa, başka ülkelerden temin yolunu yüksek paralarla buluyorsa, kimse kusura bakmasın o ülke kendi kendine yeten ülke değildir.  Atatürk,  ”Milli Ekonomi Ziraattır.” derken, tarımın ülke ekonomisindeki önemini vurgulamıştır.

Başka bir konuşmasında ise gerçekten, yedi yüzyıldan beri dünyanın çeşitli taraflarına göndererek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi yüz yıldan beri emeklerini ellerinden alıp savurganlık ettiğimiz ve bunun karşılığında daima küçük ve hor görerek karşılık verdiğimiz ve bunca özveri ve iyiliklerine karşı nankörlük, küstahlık, zorbalıkla uşak derecesine indirmek istediğimiz bu gerçek sahibin huzurunda tam bir utanç ve saygı ile gerçek yerimizi alalım diyor. Mustafa Kemal, vurguladığı gibi gıda güvenliğini sağlayamazsak, karnımızı doyuramazsak, malın mülkün olsa ne yazar, sıfırı çektikten sonra.

Açlık zordur, geçim ağırdır. Bir ay bilemedin iki ay dayanırsın,  bir dilim ekmek için tüm servetinizi verirsiniz , olmazsa isyan eder başkalarının ekmeğine saldırırsınız,  ölüm ve yaşamak arasında tercih yaparsınız, malınız mülkünüz kurtarmaz sizi. çünkü ölmek üzeresiniz.

Bizim söylediğimizi yabana atarken bir gün sıranın size de geleceğini unutmayın sakın.  Toprağımız bol, üretimimiz daim olsun diyerek,

Hayırlı Ramazanlar diliyorum.

En az 10 karakter gerekli

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.