İki Gün Önce Barbarlar Hastane Bombaladı ve 500 ‘ün Üzerinde Kadın, Çocuk, Yaşlı İnsan ayrımı yapılmadan katledildi, Bunu yapan kim? Gavurun Dölü İsrail, Rabbim bunları Kahr-ü perişan eylesin..
Hepimizin Vicdanı Sızladı, İçimiz Yandı…
Vicdan bir çağrıdır ve bu çağrı, Gazze bizi vicdana çağırıyor, içimizi allak bullak eden bir barbarlık karşısında yumruklarımızı sıkıyor, dilimizde öfke sözcükleri biriktiriyoruz.
Ne çare ki sözlerimiz de öfkemiz de barbarı durdurmaya yetmiyor.
Barbar, paramparça ettiği çocuk gövdelerinin üzerinden üstünlüğünün ve efendiliğinin tescil edilmesini istiyor. İnsanları topraksız bıraktı, şimdi toprağı insansız bırakmak istiyor. Sömürgecinin barbarca cürmü, diğer sömürgeci efendilerin sessizliğiyle tamamlanıyor. Bu cürmün işlenebilmesi için bu sessizlik, bu kayıtsızlık gerekiyordu. Batı ve onun güdümündeki İslam dünyasında, “saldırganı değil kurbanı suçlayan” bir organize riyakarlık düzeni olmasaydı, uluslararası silah kartelleriyle içli dışlı medya Moğolları bu cürmü arkalamasaydı, dünyanın gözü önünde bu vahşete kalkışılabilir, bilinen bütün ahlaki değerler ayaklar altına alınabilir miydi?
Batı uygarlığına toptan meydan okuduğu o “Sömürgecilik Üzerine Söylev”inde. Allah’a ve insanlığa karşı işlenen ağır bir suçla karşı karşıyayız. Bu suç, göğsünde bir yürek taşıyan her insanda ahlaki bir tiksinti hissi yaratıyor. Ama daha görünmez bir düzlemde, hem sergilediği vahşet hem de bunu gün ortasında ve herkesin önünde yapabilirliğin verdiği küstahlıkla insanlığın ortak vicdanını iptal etmek, insanları bir acı nihilizmine sürüklemek istiyor. Kötülüğün mutlak iktidarını kabullenip sineye çekmemiz isteniyor.
Gazze tam da bunun için hedeftir: Saygınlık ve vakarından taviz vermediği için, topraklarını işgal eden barbarın önünde eğilmediği için, onun tarafından asimile edilmeyi kabullenmediği için. Çünkü Gazze ruhunu tarihe dönüyor, ona saygınlığını veren binlerce yıllık tarihine dönüyor yüzünü, onu biricik kılan ve adeta ruhunu raptettiği kültürel kimliği ve aidiyetine dönüyor. Gazze ruhen ezilmiyor ve sömürgeciye meydan okuyor.
Bebekleri ve çocukları bu yüzden öldürüyorlar, bile isteye, o vakarı kırmak, o umut ve direnci yok etmek için. Her akşam birbiriyle helalleşerek başını yastığa koyan insanlardan, ana baba ve çocuklardan söz ediyoruz.
Söylenen sözler ile yapılan işler birbirini tutmadığında riyakârlıktan söz ederiz. Uluslar arası ilişkilerde de değer veya çıkar eksenli yönelimler var. Doğru/ideal olan yönelimler ve maddi çıkar sağlayan yönelimler. Sözgelimi çocukları katleden bir ülkenin ordusuna silah sağlamak ahlaken doğru değildir ama o ülke sizin karakolunuz ise materyalist hesaplar öne çıkar ve sattığınız silahlar ölüm yağdırır. Dünya politikasında çıkarcı anlayışın değer eksenli anlayışa galip gelmesi alışageldiğimiz bir durum ve buna kimi yazarlar “organize riyakârlık” ismini veriyor.
Geçtiğimiz on yıllarda Batılı liderler dış politikalarında değerlerin öncelik kazanacağını, başka ülkelerde yaşayan yurttaşlar için de insan hakları ve özgürlük eksenli etik ilgilere çok daha fazla vurgu yapılacağını ilan etmişlerdi. Bu herkes için “evrensel bir ahlaki uzam” fikri anlamına geliyordu ve değer eksenli yeni bir uluslar arası politikayı müjdeliyordu. Ortak kurallar, karşılıklı kazanımlar ve evrensel değerler üzerine kurulu bir dünya toplumu oluşturma projesi Batı dünyasının ahlak ve sorumluluğu sahiplenmesini mi gösteriyordu, yoksa içi boş bir retorikten mi ibaretti? İki araştırmacı, Richard Perkins ve Eric Neumayer bu sorunun cevabını araştırmışlar ve Fransa, Almanya, İngiltere ve ABD’nin silah satış verilerine bakmışlar. Sonucu kestirmeden söyleyeyim, elbette “organize riyakârlık” düsturunca hareket etmişler ve çıkarları için değerleri feda etmişler. Otokratik, zalim, baskıcı rejimlere silah satışlarında en ufak bir azalma olmamış. Yani, etik söylemi lafta kalmış!
Sayısı iki bine yaklaşan sivil katliamından sonra CNN neredeyse bütün gün kayıp bir işgalci askerine dair yayın yapıyor, Fransız ve Alman televizyonları İsrail’de hayatın zorlukları üzerine program üzerine program yayınlıyorlarsa Batı kurumlarına nüfuz etmiş bir “organize riyakârlık”tan bahsedebiliriz.
Bir tür oksidentalizm yapmak değil niyetim, Batı hakkında toptancı yargılarda bulunmak istemem. Düşünce dünyasına büyük katkıları da olmuş bir uygarlıktan söz ediyoruz. Ancak Batılı resmi aklın içinde korkunç bir merhametsizliğin de gizli olduğunu görüyoruz.
Kendisinden olmayana merhamet etmeyen, merhameti kendi sınırları içine hapseden ve hatta kendi sınırları içinde de belirli toplumsal kesimlere daha merhametli davranan bir tür narsisizm.
Kendi uygarlık dairesini, kendi yurttaşını, kendi demokrasisini, kendi özgürlüğünü titizlikle kollarken aynı değerleri başka toplumlarda gözetmeyen, bazen de gözetilmesine imkân vermeyen bir kibir. Rasyonel hesapların ülkü ve değerleri yalayıp yuttuğu, araçsal aklın putlaştırıldığı bir dünyanın kibri. Kalbi çürümüş bir uygarlığın kibri değilde nedir?…
Barışın Egemen Olduğu Bir Dünya da Her İnsanın Yaşam Hakkı Değilmidir?
Kalın Sağlıcakla…
GÜNDEM
04 Aralık 2024EKONOMİ
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024EKONOMİ
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.