Suriye’de 2010 yılında patlak veren iç savaş milyonlarca insanın doğduğu toprakları terk etmesine yol açtı. Meydana gelen mülteci akınıyla, sayıları 3 ila 5 milyon arasında tahmin edilen Suriyeli ülkemize gelmiş bulunuyor.
Bu nüfusun ne kadarının kentli ne kadarının kırsal kökenli olduğuna dair herhangi bir kayıt mevcut değildir. Ancak, özellikle ülkenin kuzey bölgesinde boşalan küçük yerleşimlerin sayısı göz önüne alındığında, Suriyeli mültecilerin, ağırlıklı olarak kırsal kesim kökenli olduğu ve göç öncesinde tarım ve hayvancılıkla iştigal ettikleri anlaşılıyor.
Mültecilerin, salt barınma olanağı sağlanarak, inşa edilecek konutlara yerleştirilmesi asla bir çözüm olamaz. Bu insanların yaşamlarını idame edecek üretim olanaklarına da kavuşturulması gerekiyor. Mevcut karışıklığın ve kaos ortamının giderilmesinin ardından, Suriye ekonomisinin yeniden inşa edilmesi, öncelikle ve ivedilikle tarımsal üretim sisteminin ihya edilmesi ile mümkün olacaktır.
Ancak belirleyici bir etken, sadece Suriye ile sınırlı olmaksızın, ülkemizi de kapsayan Doğu Akdeniz havzası ve Orta Doğu coğrafyasında karşımıza dikiliyor: İklim değişikliği olgusu… Ülkemizde olduğu gibi Suriye’de de geleneksel tarım ve hayvancılık uygulamalarının sürdürülebilmesi bundan böyle olanaksızdır. İklim değişikliği etkilerine “dayanıklı” yeni tarım modellerinin küresel hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu bağlamda asıl konu şudur: Suriyeli mültecilerin mevcut koşullarda ülkelerine dönüşü ve hayatlarını kendi topraklarında idame etmeleri nasıl sağlanabilir?
Bu konuda çevresel ve siyasi etkenleri de hesaba katmak gerekiyor. Şöyle ki: Çatışmalar öncesinde tarımla uğraşan mülteciler, 90’lı yıllardan bu yana sürgit olan kuraklık nedeniyle giderek verimsizleşen topraklarını zaten terk etmek eğilimindeydiler. Geniş kesimlerin sonunda iç çatışmaya yol açan başlıca etken, topraklarını terk ederek, büyük kentlerin varoşlarına yığılan kitlelerin hoşnutsuzluğuydu.
Diğer taraftan, günümüze gelindiğinde, Türkiye sınırına yakın bölgelerde ve verimli toprakların yer aldığı Fırat vadisinde demografik yapının ciddi ölçüde değişikliğe uğradığı ve buralarda merkezi yönetimin otoritesinin çok zayıfladığı görülüyor. Yukarıda sıralanan öncüller esas alındığında, önerimiz, esas hatlarıyla şudur:
Proje tasarısı, antik kent Palmyra merkezli ve zamanla giderek dışa doğru genişleyecek daire şeklindeki bir alanın tarıma kazandırılması şeklinde özetlenebilir. Söz konusu alan, Fırat nehri ile Amanos Dağları’nın Lübnan’a kadar uzanan bölümü arasında ve Halep’in güneyinde yer alan kurak step ve yer yer çöllerle kaplı bir bölgedir. Dolayısıyla, bu bölgede, toprak ıslahı yapıldıktan sonra açık alanda tarım faaliyetleri yürütmek olanağı bulunmuyor.
Bunun yerine, iklim değişikliği etkilerine dayanıklı bir model olarak yaygın seracılık tesislerinin kurulması hedeflenebilir. Seralarda açığa çıkacak organik atıklardan enerji ve biyoyakıt üretimi de sağlanabilir. Mülteciler, bu alan içerisinde veya buna bitişik arazilerde kurulacak köylerde yerleşebilirler. Peki, “değirmenin suyu” nereden gelecek?
Sınırlı miktarda olmak üzere, arıtılmış Fırat suyu, yenilenebilir enerji kaynakları kullanılarak proje alanına pekâlâ taşınabilir. Suyun kıt olduğu bölgelerde, atmosferdeki nemden su temin edilmesi giderek yaygınlaşan bir uygulama haline geliyor. Ayrıca, kurulacak seraların ve diğer yapıların çatılarında yağmur suyu hasadı yapılarak, buradan elde edilecek suyun sarnıç ve yeraltı barajlarında depolanması da mümkündür.
Dahası, batıda Akdeniz kıyısı boyunca uzanan sıradağlar üzerindeki çayların yönü kısmen değiştirilerek çaylarla taşınan suyun proje alanına yönlendirilmesi sağlanabilir. Asi nehrinden su temini ise hassas bir konu; titizlikle irdelenmesine gerek bulunuyor.
Mültecilerin bölgede iskanı ve geçimlerini sağlayacak olanaklara kavuşması sayesinde meydana gelecek bitkisel üretimden Türkiye’nin yanı sıra Avrupa ülkeleri de yararlanacaktır. Bu ise gıda krizinin eşiğindeki dünyamızda, başlı başına bir “kazan-kazan” olanağı oluşturuyor.
Öncelikle, Avrupa üzerindeki mülteci göçü baskısı da bu projenin hayata geçirilmesiyle tedricen azalarak, nihayetinde ortadan kalkacaktır. Mülteci göçü tehdidi bertaraf edilirken, Palmyra tarım kompleksinde (Palmyra Sera Kent) üretilecek ürünlerden de yararlanacak olan AB’nin bu projeyi, gerekli “know-how” ve finansman temini yoluyla desteklemesi gerçekçi bir beklenti olarak görünüyor.
Türkiye, iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesi koşuluyla, bu proje bağlamında gerek “Palmyra Sera Kentinin” inşası gerekse sonrasında, en yararlı çıkacak tarafların başında yer alacaktır.
GÜNDEM
04 Aralık 2024EKONOMİ
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024EKONOMİ
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024GÜNDEM
04 Aralık 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.